Journey İnceleme (PlayStation 4)
Bazı oyunlar vardır; biteceğini veya bittiğini anladığınız anda yutkunamadığınız…
Ben de herkes gibi konsolumu aldığım zaman oyun araştırması yaptım. Popülerlik, grafikler, hikayeler, karakterler, fiyatlar derken önüme sürekli düşen bir oyun vardı. Göz göze geliyorduk; lakin pek de ilgi çekici gelmiyordu; sayfayı yukarı doğru kaydırmaya devam edip başka oyunlar arıyordum. Rocksteady, Hangar 13, EA Sports, Naughty Dog, Ubisoft, Square Enix gibi yapımcılar tarafından yapılan aksiyon dolu, heyecanlı, bizi bizden alan ve zevkin doruklarına taşıyan Fifa, GTA, Tomb Raider, Uncharted, Batman, Mafia vb. oyunlar, evet bunlar güzel oyunlar, güzel seriler. Herkes tarafından bilinen, milyonlar tarafından çevrimiçi, tekli, çoklu birçok moduyla bizi eğlendiren; ancak bazen hiç düşündürmeyen… Bir de “Thatgamecompany” yapım firması ve geliştirdiği "Journey" oyunu var. Başladığınız ilk andan son ana kadar huşu içinde oynadığınız hiç bitmeyecek gibi gelen; ama sizi hemen terk eden…
Bilemiyorum Altan!
Aslında söze nereden başlasam bilemiyorum. En iyisi her zamanki gibi hikayeden başlayayım. Açık dünya oyunlarını, “Plot Twist”leri, aksiyonu, muazzam yetenekli başrol karakterlerini ve tabi ki çarpıcı sonları hepimiz severiz. Journey’de bunların hiçbiri yok; onda tam olarak adını koyamadığım, parlak rengi ve taze tadıyla damağa oturan ve orada mutlu mesut yaşayan bir şeyler var. Tamam tamam, giriş yapıyorum.
Oyunumuza sonsuz bir çölün kızgın kumlarında, yapayalnız, körpecik kalmış karakterimizle başlıyoruz. Ben, ismini bilmediğimiz bu karaktere “Gezgin” diyorum. Gezgin; üstünde cübbesi, boynunda kısa kaşkolü olan zayıf bir karakter. Görünen o ki; yıllar geçtikçe kum fırtınası altında kalmış; bir zamanlar gelişen bir medeniyetin kalıntıları üstünde bulunuyoruz. Amacımızı tam olarak bilemediğimiz; fakat oyunun bize her fırsatta “Lan oğlum şöyle gideceksin!” dediği ve gitsek de “Abi ne oluyor ya?” diye anlam veremediğimiz anlarla dolu bir oyun kendileri. Başladığımız andan beri gözümüze sokulan, zirvesi parlak, epeyce yüksek bir dağ var; “Herhalde amacımız oraya gitmek.” diyor ve yola koyuluyoruz. Aslında hikaye gerçekten bundan ibaret, tek bir amaç var; bulmacaları çözmek, yola devam edip dağa ulaşmak. Bir süre sonra Gezgin’in hikayesi bizim hikayemize dönüşüyor; karakteri ve olayları tamamıyla sahipleniyor; bir nevi Gezgin oluyoruz… Yalnız bir keşiş gibi gezdiğiniz o anlarda dünyadaki son varlık olduğunuzu düşünüyorsunuz; derken bir yoldaşla karşılaşıyorsunuz. En başta her ne kadar yadırgasanız da, “Bu çöl bana ait, git buradan.” hissine kapılsanız da birkaç dakika sonra o kadar çok alışıyorsunuz ki, o yoldaşı arar oluyor gözleriniz. Karşınıza düşmanlar çıktıkça sizi ve yoldaşınızı hedefinizden alıkoymaya çalışıp geriye fırlatıyorlar. Onu görmeden devam etmek istemiyorsunuz. Ayrı düştüğünüz zamanlar da oluyor elbet, yola devam etmek zorunda kalıyorsunuz mecburen. İlerleyen zamanlarda dağa yaklaştıkça kızgın çöl kumları yerini kara bırakıyor; bembeyaz kara. Gezginle birlikte üşüyor, onunla birlikte çözüm arıyorsunuz; o titredikçe sanki siz de hissediyorsunuz o soğuğu.
Oyun Mekanikleri
Oyun hikayesiyle ilgili pek detaya girmeden oyun mekaniklerine geçiş yapıyorum. Aslında oyun kontrolleri oldukça kolay. Sağa sola yürüyoruz, zıplıyoruz, bir de tek tuş yardımı ile etrafımıza melodiler eşliğinde özel titreşimler yayıyoruz. Aslında bütün olay bu titreşimde denilebilir. Daha evvel bir kaşkolümüz olduğundan bahsetmiştim. Bu kaşkol aslında Gezgin’in uçma yeteneğinin sınırını belirten bir bar. İlerlediğimiz her bölümde kaşkolümüzü uzatacak materyaller buluyoruz ve mümkün olduğunca uzun havada kalabiliyoruz; ancak kısa bir süre içinde gücümüz sınırına ulaşıyor. Kaşkolümüzü yeniden doldurabilmek için bu melodik titreşimleri kullanıyoruz. Nasıl mı? Havada uçan garip, küçük, ne idiği belirsiz kumaş parçaları bulunuyor. Bunların yakınına gidip titreşimi yaydığımızda bu kumaş parçaları kaşkolümüze ekleniyor ve gücümüze yeniden kavuşuyoruz. Aslında bu melodik titreşimlerin tek olayı bu da değil. Oyunumuz bulmaca türünde bir yapım. Bulmacaları çözmek için bu titreşimler, çıkış yolumuzu açacak tek anahtar.
Oyunda gittiğiniz ve ziyaret ettiğiniz her mekanda inanılmaz bir atmosfer var. Çöl, dağ, gece, gündüz, yer altı, yer üstü fark etmeksizin gerçekten her ortam büyüleyici ve tamamıyla kendine özgü bir yapısı var.
İçinize İşleyen Müzikler…
Oyunun en ama en muhteşem kısmı. Journey oyununun her kısmında,”Mozart beste yaparken ne incelikle düşündüyse bu adamlar da öyle düşünüp yapmış abi belli yani.” diyordum. Müzikler için de farklı bir şey söyleyemeyeceğim. Journey’de müzikler olmasaydı herhalde hissettiğim hiçbir şey aynı olmazdı. Austin Wintory gerçekten muazzam bir iş çıkarmış ve bana sadece övmek kalıyor. Ellerin dert görmesin.
Müzik Listesine Buradan Ulaşabilirsiniz.
Journey Alınmalı mı?
Güzel hikayesi, muhteşem atmosferleri, ruha dokunan karakterleri, kendine özgü manzaraları ve içinize işleyen müzikleriyle Journey, platform fark etmeksiniz PS3 veya PS4, kesinlikle tadılması gereken bir deneyim. Ancak PS3’e göre görüntü kalitesinin yükselmesi, FPS düşüşlerinin ortadan kalkması ve az olan bug’ların tamamen yok olması ile birlikte oyunu PS4’te oynamanızı tavsiye ediyorum elbette. Oyunumuzun tek sorunu kısa olması. 1 saat 30 dakika süren oyunumuz bittiğinde “Sabahlar olmasaydı keşke.” diyorsunuz; ancak nafile. Yine de bu bir sorun değil; kesinlikle denemenizi tavsiye ediyorum. Hatta mümkünse iki platform için de çıkmış olan "Journey Collector's Edition"ı satın alın. İçinde Journey ile birlikte yapımcı firma olan "Thatgamecompany"nin çıkardığı diğer 2 oyun olan "Flow" ve "Flower" de bulunmakta. Bu 2 oyunu da oynamanızı kesinlikle tavsiye ediyorum.
İncelemenin sonuna geldik, umarım beğenmişsinizdir. Başka incelemelerde görüşmek üzere. Unutmayın yorumlarınızı bekliyorum.